17 Şubat 2019 Pazar

KÜRK MANTOLU MADONNA - SABAHATTİN ALİ

MERHABALAR; 

KIZIMIN CİCİLERİ TAKİPÇİLERİM;

“Deli olacağım, yahut öleceğim dersem yalan söylemiş olurum. İnsan tahammül edemeyeceğini zannettiği şeylere pek çabuk alışıyor ve katlanıyor. Ben de yaşayacağım… Ama nasıl yaşayacağım!.. Bundan sonraki hayatım nasıl dayanılmaz bir işkence olacak!.. Ama ben dayanacağım… Şimdiye kadar olduğu gibi…” (Sayfa 46)
Kürk Mantolu Madonna; benim İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN'dan sonra en sevdiğim Sabahattin Ali kitabı. Defalarca okumama rağmen; blogumda yer vermemiştim daha evvel. Nedense Raif Efendi ve Maria Puder aşkını bir türlü kelimelere döküp, blogumda yer veremedim. İnsan bazen duygularını ifade etmekte zorlanabiliyor. Bu kitap da benim için öyle oldu. Uzatmadan gelelim kitabımıza. Bu arada KUYUCAKLI YUSUF için de buradan...



ARKA KAPAK

“Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum  “Kürk Mantolu Madonna’yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum.” (Sayfa 59)

Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz.

Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor.


ÖZET
Kitabımız iki insanın hayatının geçmiş ve kitaba göre şimdiki zamanın iç içe geçmesiyle oluşmuştur. Şimdiki zamanın kahramanı Rasim’dir. Rasim yirmi beş yaşlarındadır. Çalıştığı işten kovulmuştur. Okuldan arkadaşı Hamdi ile tesadüfen karşılaşırlar. Hamdi, Rasim’i evine yemeğe çağırır. Hamdi Rasim’i ertesi gün iş yerine gelmesini söyleyerek gönderir. Hamdi kendi bürosunda işe alır Rasim’i. 

“Nedense, hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir felaket geldiğini, herhangi bir sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savmış gibi ferahlık duyar ve o zavallılara, sanki bize de gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için, alaka ve merhamet göstermek isteriz.” (Sayfa 15)


Rasim kendisine tahsis edilen odayı Almanca tercümanı olarak çalışan Raif Efendi ile paylaşır. Raif Efendi, sessiz, sakin kendi içinde yaşayan naif bir adamdır. Odada yok gibi yaşamaktadır. 

“Hayat ve zaruretler insana bir çok şeyler öğretir.” (Sayfa 15)

Arkadaşı Hamdi, Raif Bey’e sürekli Almanca çeviriler vermekte, Raif Bey’de kısa sürede tamamlamaktadır. Hamdi’nin de davranışlarının etkisiyle büroda çalışanlar, Raif Bey’i azarlar, bağırıp çağırırlar ama Raif Bey hep sessiz kalır. Yüzünde hiçbir durumda sevinç, üzüntü veya şaşkınlık oluşmaz. Yüzünde sanki bir boş vermişlik var gibidir.



Bir gün hastalığından dolayı büroya gelemeyen Raif Bey’in bir çeviri yapması gerekir. Çeviriyi Raif Efendi’ye götürme işini Rasim üzerine alır.  Rasim Raif Efendi’nin zor ve kır kanaat yaşantısına şahit olur böylece.


Baldızı ve ailesi, kayın biraderleri, kendi ailesi ile birlikte oldukça kalabalık bir güruh ile aynı evi paylaşmaktadır Raif efendi. Karısı tüm evin işini omuzlamış gibidir. Baldızı, baldızının kocası, diğerleri Raif Efendi’ye değer vermedikleri gibi; üzerinde hâkimiyet kurmuşlardır. Raif Efendi kaderine razı olmuştur.

 “Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!.. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?” (Sayfa 38)
Her ne kadar iyileşse de çok geçmeden Raif Efendi’nin hastalığı tekrarlar. Durumu oldukça ağırlaşır. Rasim Raif efendi’yi ziyarete gittiğinde Raif Efendi; Rasim’den masasının çekmecesindeki defterini getirmesini ister. Defteri Raif Efendi’ye götürdüğünde ise; Rasim’den siyah kaplı defteri yakmasını ister. Ancak Rasim merakına yenilip; siyahkaplı küçük defteri okumaya başlar…


Defter 20 Haziran 1933 tarihiyle ve “Dün başımdan garip bir hadise geçti ve bana on sene evvelki başka bir takım hadiseleri yeniden yaşattı” cümlesiyle başlamaktadır.


Defter Raif Efendi’nin Havran’dan Almanya’ya iş öğrenmesi için gönderildiği yılları anlatmakla başlamaktadır. Raif Efendi, gençliğinde de çok sessiz, arkadaşı olmayan, insanlarla konuşamayan, kendi halinde bir gençtir.

Mevcut siyasi ortam ve babasının da teşvikiyle sabunculuk işini öğrenmek için Almanya’ya gider. Almanya’da Berlin’de bir pansiyon odası kiralar ve hayatına burada devam etmeye başlar. Babasının dediği gibi bir sabun fabrikasına girer. Ancak onun önceliği iş öğrenmek değil gibidir. Çalıştığı işe keyfi gider gelir. İşe sarılmaz.

Bir gün caddede gezerken, bir resim sergisi olduğunu görür. Gayri-ihtiyari içeri girer. Resimleri incelerken, Maria Puder’in Kürk Mantolu Madonna resmine rastlar. Bu resim Maria Puder’in otoportresidir. Resimden çok etkilenir Raif Efendi. Adeta resme âşık olur. 


Raif Bey, her gün o sergiye gitmekte, sergi kapanana kadar o resmi incelemeye başlar. O kadar sık gider ki, artık oradaki çalışanlar, Raif Bey’e aşina olmuşlardır. Bir gün Raif Bey, gene dikkatle o resmi izlerken, bir kadın ona sokulup fikrini sorar ama Raif Bey ilgilenmez. Hâlbuki o kadın, Kürk Mantolu Madonna’nın ta kendisidir. Raif Efendi resme öyle âşık olmuştur ki, aslını fark etmez bile.


DEVAMI KİTABIMIZDA…


KİTAPTAN NOTLAR

Kürk Mantolu Madonna, yazarın 1937'de yazdığı Kuyucaklı Yusuf, ve 1940'da yazdığı İçimizdeki Şeytan ile birlikte üçüncü romanı. Kitap roman olarak adlandırılsa da yazarının tabiriyle bir Novella. “Kürk Mantolu Madonna”,  kitap olarak basılmadan önce 1941 yılında 48 bölüm halinde “Hakikat” gazetesinde “Büyük Hikaye” başlığı altında yayımlanmıştır.
Bazı yazarların romanlarını okuduğunuzda; kitaplar birbirinin devamıymışcasına birbirine benzerlik gösterir. Ancak Sabahattin Ali söz konusu olduğunda şu cümleyi rahatlıkla kurabilirim ki; yazarın her romanda yer verdiği kahramanlar şahsına münhasırdır ve farklıdır. Birbirlerine benzemezler. Bu durum öykülerinde de hakimdir. Bu özgünlük benim en sevdiğim tarafıdır yazarın. 



Kürk Mantolu Madonna, benim defalarca okuduğum, her okuduğumda da ayrı bir tat aldığım en sevdiğim kitaplardan biri. Bugüne kadar blogumda neden yer vermediğime gelince; Kürk Mantolu Madonna’yı ilk okuduğumda bende uyandırdığı duyguları toparlayıp, yazamadım bir türlü. İlk okumamı yaptığımda benim için çok zor bir süreçti. Belki de bu yüzden bende derin izler bıraktı kitap. Sonraki okumalarımda ise; sonunu bilmenin verdiği duyguyla, ağır ağır ve tadına vararak okudum kitabı.

Her defasında Raif Efendi , Maria Pruder içime işledi. 160 sayfalık kısacık kitap her okumamda benim için devleşti. Bunun sebebi Sabahattin Ali sevgim midir, okuduğumda hayatımdaki şartlar mıdır bilemem. Ama Kürk Mantolu Madonna bir dönem her kitap alışverişime eklediğim, sevdiğim bir kitaptan fazlası benim için. Ne zaman hediye kitap almak istesem ilk tercihimdir. 

Bir de söylemeden geçemeyeceğim ayrıntı Şubat 2002'de Füsun Akatlı tarafından yazılan kitaba yazılan "Önsöz" yazarı ve kitabı anlamak bakımından oldukça güzel. Ancak; tercihen kitap bittikten sonra da okunabilir elbette. 

Bu kadar yoğun duygular besleyince paylaşmak da o kadar zor oldu elbette benim için. İyi ki bu hayattan bir Sabahattin Ali geçmiş, iyi ki Sabahattin Ali’nin kaleminden böyle güzel bir kitap çıkmış dedirten. Keşke daha güzel eserler verecek kadar uzun yaşama imkânı olsaydı dediğim insanlardan Sabahattin Ali.

NOT: Maria Puder'in Kürk Mantolu Madonna ismini almasını sağlayan ve aralarında şaşırtıcı derecede benzerlik olduğu söylenen Andrea Del Sarto'nun Madonna (Meryem Ana) tasviri. (Görsel Alıntıdır.)


Kitabın en sevdiğim kısmı ile tamamlamak istiyorum yazımı...

“Pek alelade hiç bir hususiyeti olmayan, her gün etrafımızda yüzlercesini görüp de bakmadan geçtiğimiz insanlardan biriydi. Hayatının bildiğimiz ve bilmediğimiz taraflarında insana merak verecek bir cihet olmadığı muhakkaktı. Böyle kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendi kendimize sorarız: "Acaba bunlar neden yaşıyorlar? Yaşamakta ne buluyorlar? Hangi mantık hangi hikmet bunların yeryüzünde dolaşıp nefes almalarını emrediyor?" Fakat bunu düşünürken yalnız o adamların dışlarına bakarız; onların da birer kafaları, bunun içinde, isteseler de istemeseler de işlemeye mahkum birer dimağları bulunduğunu, bunun neticesi olarak kendilerine göre bir iç âlemleri olacağını hiç aklımıza getirmeyiz. Bu âlemin tezahürlerini dışarı vermediklerine bakıp onların manen yaşamadıklarına hükmedecek yerde, en basit bir beşer tecessüsü ile, bu meçhul âlemi merak etsek, belki hiç ummadığımız şeyler görmemiz beklemediğimiz zenginliklerle karşılaşmamız mümkün olur. Fakat insanlar nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri araştırmayı tercih ediyorlar. Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inme cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.”(Sayfa 11)


YENİ KİTAPLARLA GÖRÜŞMEK ÜZERE...

12 Şubat 2019 Salı

ANLATIMLI ŞAL YELEK

MERHABALAR;

Farklı bir model arayışına girince bu model çıktı karşıma. İnstagramda denk geldiğim ve modelini çok beğendiğim Şal Yeleği örmek istedim kızım için. Yelekler hala bizim en çok kullandığımız örgü parçalar. Videolarını izledim yapmak için.Videoda model sürekli ters örülüyordu. Video doğrultusunda yapmaya başladığımda keyif almadım ve modeli kendime göre baştan düzenledim.  Ben haroşa örmeyi daha kolay ve keyifli bulduğumdan bu şekilde yaptım. 


İplerim Hobium'dan aldığım YarnEND Classic Baby. 400 grama yakın ip kullandım. Şiş olarak da 3,5 numara kartopu şiş kullandım. 


Modele 3 ilmek ile başlanıyor. Bir sıra ördükten sonra, her sıraya başlarken bir ilmeği örmeden alıp, bir ilmek boş alarak  (önden ve arkadan ayrı ayrı ayrı yapılıyor) ilerledim. Üçgen örülürken; ön sırada her iki taraftan arttırılıp, arka sırada her hangi bir şey yapmadan örülen üçgen yapımı gibi yapılmıyor. Her sırada sağ taraftan artım yapılıyor.  


Bu şekilde ilmekler artıyor. 


İlmeklerin bulunduğu sıraya göre değil de üçgenini kısa kenarlarına göre ilmekleri arttırıyoruz. 


Ben yine aynı ipin farklı rengi ile ördüğüm hırkaya ölçtüm. 


77 ilmeğe gelindiğinde; örgünün sağ tarafından artırırken; dönüşte yine sağ taraftan 1 ilmek eksilterek, ilmekleri 77 ilmekte sabitliyoruz. 



Boyu 35 cm olunca, her hangi bir arttırma ve eksiltme yapmadan modeli kuruyoruz. Nohut modeli yapıyoruz. NOHUT modelinin yapılışını daha önce anlatmıştım. 


Kol genişliğini ördükten sonra; arkayı da ön gibi yapıyoruz. Bu defa arttırdığımız taraftan eksiltirken, eksilttiğimiz taraftan arttıracağız. 


Boy uzunluğunu ördükten sonra arttırmayı bırakıp, her sırada sağ taraftan 1'er ilmek azaltarak 3 ilmeğe kadar eksiltiyoruz. 


İki tane bu şekilde parça elde etmiş oluyoruz. 


Sırt ortasından dikiyoruz yeleğimizi. 


Dikme işleminden sonra evde bulunan Alize Flower ile yeleğin etrafını sık iğne ile geçtim. 


İki minik cep ördüm. 


Arkadan görünüşü de bu şekilde. 


Yeleğimiz böylece giyilmeye hazır oldu. 

YENİ ÖRGÜLERLE GÖRÜŞMEK ÜZERE....

SEVGİLER...