18 Ağustos 2013 Pazar

AYŞE KULİN - VEDA - ESİR ŞEHİRDE BİR KONAK

MERHABALAR
Sevgili Kitap Dostları; 

Sizlerle paylaşmak istediğim roman; 
Ayşe KULİN'in "VEDA - ESİR ŞEHİRDE BİR KONAK" adlı eseri. 


ARKA KAPAK

Ayşe Kulin, Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde, işgal altındaki İsianbul’da bir konakta yaşananları anlatıyor bu kez. Son Maliye Nazırı ve ailesi aracılığıyla o dönemin resmini çizen Veda, çökmekte olan bir tarih ile yeni bir gelecek arayan Milliciler arasında sıkışan o dönem Osmanlı aydınının da öyküsünü dile getiriyor.

Ayşe Kulin’in her zamanki ustalıklı ve sürükleyici üslubu ile okurlarının elinden bırakamayacakları bir kitap bu. Günümüz Türk edebiyatında neredeyse eşsiz olan, biyografik veriler ile roman tekniğini birleştirmekteki ustalığını bir kez daha sergileyen Kulin, bu kez bir İstanbul öyküsü ile bir imparatorluk tarihini birlikte ele alıyor.


GELELİM ÖZETİMİZE...

ÖZET
İlk defa Ekim 2007’de Everest Yayınları tarafından basılan, 24 bölümden ve 390 sayfadan oluşan romanımız, İstanbul’da vakitsiz yağan bir kar manzarası ile başlar. 

“Kar, mevsimi geçtikten sonra yağdı mıydı, haşmetini kaybederdi. Uzun ve zorlu bir kışın sonunda, çiçeklerin açması beklenirken zamansız gelen kar, İstanbul’u sedef rengi masal şehre dönüştüreceğine, çamurlu yolların ve boyası aşınmış ahşap evlerin üzerinde toz şekeri serpiştirilmiş gibi eğreti duruyordu.”

Osmanlı imparatorluğunun son günlerinde, Mondros Ateşkesi’nin imzalanmasının ardından işgal altındaki İstanbul’da son Maliye Nazırı Ahmet Reşat Bey’in sahibi olduğu Beyazıt’taki bir konakta yaşananlar anlatılmaktadır romanda.

Konakta; ailesi nesillerdir saraya sadakatle hizmet etmiş olan Ahmet Reşat Bey, eşi Behice Hanım, kızları Leman ve Suat, Ahmet Reşat Bey’i yetiştirmiş olan yaşlı teyzesi Saraylı Hanım, çocukların bakımıyla ilgilenen, uzaktan akrabaları Mehpare ve evdeki diğer görevliler yaşamaktadır.

Aynı zamanda Ahmet Reşat Bey’in izni ve haberi olmaksızın Saraylı Hanımın Sarıkamış gazisi torunu Kemal de çatı katında hasta bir biçimde yaşamaktadır. Kemal’in varlığından Ahmet Reşat’a haber verilmeme sebebi; Kemal’in önce İttihatçılarla ardından Milliciler’e katıldığı için İşgal kuvvetlerinin arananlar listesinde olmasından kaynaklanmaktadır. Arama sırasında evde bulunması Ahmet Reşat ve ailesi için tehlike arz etmektedir.

Ahmet Reşat Bey vekâleten “Maliye Nazırlığı” gibi dönemin önemli mevkilerinden birinde bulunmaktadır. Ahmet Reşat’ın gönülden bağlı olduğu memleketinin başkenti güzel İstanbul iki yıldır işgal altındadır. Ankara’daki hükümetin ise başarılı olup olamayacağı belli değildir.

Tüm bunlar olup sürerken konaktaki hayat da elbette İstanbul’un içinde bulunduğu durumdan etkilenmektedir. Ahmet Reşat’ın karısı Behice bu sıkıntılı dönemde bir taraftan kocasına destek olmaya çalışırken bir taraftan da kocasıyla yaşadığı eski mesut günlerin özlemini çekmektedir. Aynı zamanda İşgal Kuvvetleri tarafından da aranan Kemal’in evde kalışının Ahmet Reşat tarafından da öğrenilmesiyle evdeki sıkıntı daha da artmıştır.    

Aynı dönemlerde Kemal’e bakmakla görevli olan Mehpare arasında yakınlaşma başlamaktadır. Bu dönemde Kemal hasta olduğu için Milli mücadeleye eve sıklıkla girip çıkan Doktor Mahir’in getirdiği yazıları tercüme etmekle hizmet etmektedir. Kemal’in gözüne girmeye çalışan Mehpare de zaman zaman Kemal’e yardım etmektedir.

Bu sırada Ahmet Reşat Bey; Maliye Nazırlığına asaleten atanır. Bu evde geçici de olsa sevinç hâkim olur. Ev halkı Ahmet Reşat’ın görevini kutlamaya gelenlerle meşgul olur. Konağa yapılan tebrik ziyaretleri, özellikle de Ziya Paşa’nın eşinin ve kızı Azra’nın ziyaret öne çıkar.

Azra’nın vefat eden ağabeyi ile Kemal yakın arkadaştırlar. Aynı zamanda Azra Hanım ve Kemal vatanı kurtarmak için aynı görüşleri paylaşmaktadırlar. Aynı dönemlerde Mehpare ile Kemal’in arasındaki ilişki tutkulu bir aşka dönüşür.

Konakta bunlar olup giderken; Meclis basılır ve tutuklamalar başlar. Kemal’in konakta bulunması ev halkı ve özellikle de Ahmet Reşat için tehlike arz etmektedir. Kemal’e kadın kıyafetleri giydirilerek Ziya Paşa’nın konağına götürülür. Mehpare için bir taraftan Kemal’i kurtarma düşüncesi varken, bir taraftan da Azra Hanım’ı kıskanır. İlerleyen dönemde Kemal’le Azra’nın sadece arkadaş olmaları Mehpare ile Azra’nın iyi birer dost olmalarını sağlar. 


 Ardından Ahmet Reşat Bey yeni kurulan Damat Ferit hükümetinde görev alır. Hal böyleyken; evde de Ankara Hükümetini destekleyen Kemal ile İstanbul Hükümeti’nde görevli olan Ahmet Reşat Bey arasındaki siyasi tartışmalar tüm hızıyla devam etmektedir.

Kemal ile Mehpare arasındaki tutkulu aşk bu sıralarda meyvesini verir ve Mehpare hamile kalır. Saraylıhanım da bu durumu fark eder. Kemal ise artık iyileştiği için Milli Mücadelede daha etkin bir görev almak üzere arkadaşı Doktor Mahir'in yardımıyla Anadolu'ya geçer ama gitmeden önce dayısından izin alarak Mehpare ile evlenir. Evlerine İşgal Kuvvetleri tarafından konulduktan sonra Azra da Kemal’le aynı dönemde Anadolu’ya geçer. Ardından Antep’te görev alır.

Mehpare ile aynı dönemde Behice de üçüncü çocuğuna hamiledir. Behice’nin de Sabahat ismini verdikleri üçüncü bir kızı olur. Mehpare’nin hamileliğinin son dönemine ulaşıldığında Kemal’in telgraf ağı kurmak görevi ile Eskişehir'e gidişinden bir süre sonra konağa şehit olduğu haberi ulaşır. Bunun üzerine Mehpare erken doğum yapar. Bir oğlu olur. Adını Halim koyar. Saraylı Hanım torunun ölümün kabullenmez ve akli dengesini kaybeder. Hala Kemal yaşıyormuş gibi davranır.

Milli mücadele, ülkenin işgalden kurtuluşu ile sonlanır, Padişah Vahdettin’in son selamlığını yapmasıyla bir devir kapanır. Padişah ülkeyi terk eder. Ankara Hükümeti zaferini ilan eder. Savaşta Milli Ordunun yanında yer almayanlar Ankara hükümeti tarafından vatan haini ilan edilir. Ahmet Reşat Efendi de vatan haini ilan edilme tehlikesiyle karşılaşır ve sürgüne gitmek zorunda kalır. İstanbul’dan ayrılırken ailesini Doktor Mahir’e emanet etmek istemektedir. Bunun üzerine Mahir uzun süredir sakladığı duygularını açıklar. Ahmet Reşat’ın büyük kızı Leman’a talip olur. Hemen akşamı nikâhları kıyılır. Ahmet Reşat Bey’in İstanbul’dan “Elveda Şehrim” sözleriyle ayrılır.

Roman Ahmet Reşat Bey’in Behice’ye Bükreş’ten gidişinden iki yıl sonra yazdığı bir mektupla sonlanır. Mektupta Leman’ın kızı Sitare’nin doğumuna çok mutlu olduğu ancak yanında olamadığı için de üzüntüsünü belirtmekte, vatan hasretini dile getirmektedir.



 KİTAPTAN NOTLAR:
Ayşe Kulin'in aile hikâyesini üç nesil öncesinden başlayarak annesinin dedesinden başlayarak aktarmaya başladığı dörtlemesinin ilk romanıdır VEDA “ESİR ŞEHİRDE BİR KONAK”.  Yazarın büyük dedesi Ahmet Reşat Bey’e ve annesi Sitare Hanım’a ithaf ettiği roman, yazarın ailesine yönelik biyografik özellikler taşımaktadır.
Romanın üçüncü tekil kişi ağzından anlatılmaktadır. Roman boyunca bazı bölümlerde Ahmet Reşat Bey öne çıkarken; sırasıyla hemen hemen tüm karakterler öne çıkmaktadır.

Azra’nın evine kaçış sırasında Kemal, bir süre bir tünelde soğuk zeminde yatmak, saklanmak zorunda kalır. Bu esnada Sarıkamış’ta yaşanan kötü günlerin acı hatıralarına sürüklenir. Romanda  “Beyaz Ölüm” adı verilen bölüm Kemal’in Sarıkamış ile ilgili kötü anılarını son derece canlı bir biçimde anlatmaktadır. Bir ara benim de içim titremedi desem yalan olur. 110- 119 sayfaları arasında devam eden bu bölümden en beğendiğim kısımları paylaşmak istiyorum sizlerle.. Gözyaşları içinde okuduğumu bilmem söylememe gerek var mı?

Beyaz Ölüm

“Uyumak, ölmeye yatmak demekti Sarıkamış’ta. Askerlerin böyle yüzükoyun karın üzerine yan yana uzandıklarında, uyumamak için sürekli birbirlerini dürtükledikleri, lafa tuttukları günleri, geceleri hatırladı Kemal. Kar altında uykuya dalmak, dünyanın en güzel, en tatlı, en keyifli ölümüydü. Acısız, sızısızdı. Sessiz sedasızdı. Kendini uykuya çabuk bırakana, beyaz bir kedi gibi yumuşacık gelir, incitmeden alırdı canı. Uykuya direnenin karşısına ise gelinliğini giymiş, duvağını takmış, dünya güzeli bir kız suretinde belirirdi beyaz ölüm. El ederdi göz kırpardı duvağını aralar muhteşem kara gözlerini, eteğini kaldırır; diri bacaklarını; yakasını indirir, dolgun memelerini gösterirdi. Karşı koyamaz, şehvetle koşarlardı gencecik canlar bu beyaz gelinin kollarına.
Uyumamayı becerebilmek kafa tutmaktı, direnmekti beyaz ölüme.
Çok az insan başarabilmişti karşı koymayı.” (110-111)

“Ne kadar anlatsam yüreğimdeki yarayı göremezsin, isyanımı anlayamazsın. Arkadaşlarımın donarak öldüğü, aç kurtlara ve Ermeni çetelere yem olduğu o seferden beri, beni acıtan bambaşka bir şeydir Mehpare. Vatan için donaydık, vatan için öleydik gam yemeyecektim. Bizler, o karlı dağlara tırmandık, bilir misin? Ruslarla savaşan Almanların hatırı için. Rus kuvvetlerini peşimize düşürelim de Alman askerleri rahatlasın diye bir Şark cephesi açması için baskı yapıldı Osmanlı’ya. Enver delisi sürdü bizleri beyaz cehenneme, doksan bin genç adamı, gözünü kırpmadan sürdü dağlara. Arap çöllerinden gelenler üzerlerinde incecik kumaştan üniformalarla, bizler ayağımızda kösele postallarla karın üzerinde günlerce yürüdük. Rüzgârda buzdan kalıplara dönmüş kaputlarımızın içinde, kollarımızı kıpırdatamıyorduk. Buz tabutlara konmuş gibiydik. Eldivenlerimizin içinde, parmaklarımız önce üşüdü, sonra yandı acıdan, daha sonra hissizleşip dondu. Dövüşmeden, bir kurşun atmadan teker teker dondurdu bizi. Öldürdü bizi Enver” (111-112).


 Roman aynı isimle ekranda yerini almış, reyting canavarına kurban gitmeden öncede sanırım 7-8 bölüm kadar da yayınlanmıştı. Benim yazara tek eleştirim bu yönde olacak. Ayşe Kulin kurgu da ailesinin romandakinden farklı gösterilmesine neden izin vermiştir. Örneğin; dedesinin dizide yabancı bir kadınla birlikte olduğunun gösterilmesine neden izin vermiştir. Bu şekliyle romanda gözümüzde canlanan Ahmet Reşat görüntüsü ile tezatlık oluşturulmuştur.

Ayrıca yapımcı kastı seçerken sanki piyasada hiç oyuncu yokmuş gibi romandaki fiziksel özelliklere zıt karakterler seçmede ısrarcı olmuştur. Örneğin; sarışın olduğu sıklıkla belirtilen Behice ve kızlarını özellikle daha esmer seçmesi gereksiz olmuş. Romanı okuduktan sonra doğrusu dizinin ekrandan kalkmasına üzülmedim.

Roman yeterince sürükleyici ve konusu etkileyici iken; dizilerde konu yaratmak adına ısrarla karakterleri değiştirmek ve kişiliklerini daha izlenir hale sokma çabasını özellikle de klasik olma yolunda ilerleyen bir eserde yapılmasını gereksiz görüyorum. Bence orijinal haliyle roman daha izlenir olurdu. 

YENİ PAYLAŞIMLARLA GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE...

1 yorum :

Yorum yazmak için vakit harcadığınız için Teşekkürler...

Yorumlarınız benim için değerlidir.ELLERİNİZ DERT GÖRMESİN..SEVGİLER...

Yorumunuz blog sahibininin onayından sonra görülecektir.