26 Ocak 2014 Pazar

KIZIMIN SAFİNAZ HIRKASI

Geçtiğimiz aylarda Moda İp'ten ipler almıştım kızım için... Devam etmekte olan işlerimle birlikte örüp yetiştirdim tatil için... Kızım hastalıklar, tedaviler derken ilk kez gidecek babasının memleketine... Tatilde giysin istedim... 


Hırkanın beyaz bölümleri Nako Baby Lüks Minnoş ile yapıldı. Başlangıçta katlayarak dikmek üzere 24 sıra çift lastik ördüm ama dikilmemiş hali daha güzel gelince gözüme dikmeden bıraktım. 


İpin en güzel özelliği üzerindeki aksesuarların tığ yardımı ile kolayca yerlerinin değiştirilebilmesi. 


Arkada kullanacağım ipin üzerindeki aksesuarları çıkarıp önlere ekledim. 


Safinaz bebeklerin yakından görünüşü...


Yaka için gövdeden ilmek çıkararak 24 sıra çift lastik ördüm ve katlayarak diktim. 


Hırkanın rengine uygun düğme bulamayınca bebeklere uygun renkteki düğmelerle tamamladım. 


Elimdeki 5 yumağın 2 yumaktan biraz fazlasını kullandım, Kalanlardan da kapüşonlu bir yelek ile patikler yapmayı planlıyorum. Ama uzunca bir zaman sonra elime alabilirim herhalde. Söz verdiğim işlerim var da....


Yepyeni paylaşımlarla görüşmek dileğiyle..

SEVGİLER..

17 Ocak 2014 Cuma

SAKALLI İPTEN BEBEK PATİKLERİ

MERHABALAR,

Uzun zaman önce ördüğüm, fakat paylaşmayı unuttuğum patikleri paylaşmak istiyorum sizlerle... Patiklerimizden büyük olanını 6 yaş için, küçük olanını da 1- 1,5 yaş için yapmıştım. 


Biri bir arkadaşımın kızına, diğeri kendi kızıma...


Fotoğrafları görünce uzun zamandır bu patiklerden yapmadığımı fark ettim. Yapmak lazım rengarenk... 


Yapım Aşamalarını daha önce paylaşmıştım.. 


Yepyeni örgülerle görüşmek dileğiyle... 

HAYIRLI CUMALAR...

14 Ocak 2014 Salı

PAPATYALI BEBEK HIRKASI VE KANKALARI


MERHABALAR,

Tatile sayılı günler kala karne hazırlıkları hızla devam ederken, kızıma aslında takım olarak ördüğüm ancak pantolon ve süveterini hediye ettiğim çalışmalarımı paylaşmak istiyorum sizlerle... 


Hırkamız yakadan başlanarak örülüyor... 


Roba örülürken de 3'e bölünerek aralıklara papatyalar yapılmakta. 


Papatyaların yapılışını kısaca anlatacak olursam, papatyaları yapmak istediğimiz yeri belirledikten sonra, ilmeği şişten çıkarıp, tığ ile 6 zincir ördükten sonra şişe geri takıyoruz... 


Papatyaların ortalarına ise; Brezilya nakışı ile kurtçuklar yapıyoruz. 


Bunlar da takımın kalan parçaları...  Selanik ile örülmüş kaşkolumuz.... 


Ponponlu şapkamız...


Patiklerimiz.. 


Patiklerimizin biri uzun biri de kısa çalışıldı.. 

YEPYENİ ÇALIŞMALARLA GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE...

8 Ocak 2014 Çarşamba

BAKLAVA DİLİMLİ BEBEK YELEĞİ

MERHABALAR,

Kızım için ördüğüm yeleği paylaşmak istiyorum sizlerle. Aklımda örnek yokken başladığım bir örnek oldu. Kendiliğinden gelişti model bu şekilde... 


Yeleğimiz yakadan başlamakta. 


Kol kenarlarından her sırada arttırım yapılmakta. Böylece her sırada 8'er ilmek arttırılmakta.


Hem basit hem de sevdiğim modellerden baklava dilimi ile devam edilmekte. Aslında daha büyük dilimler yapılıp içlerine çiçeklerde yapılabilir ya da hazır çiçekler dikilebilir. 


Ardından hazır fırfırlı dantel ile yeleğimiz tamamlanmakta ve giyilmeye hazırlanmakta...

YEPYENİ PAYLAŞIMLARLA GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE...



6 Ocak 2014 Pazartesi

BİRAZ NOSTALJİ - ANNEMİN ÇEYİZİNDEN...


 MERHABALAR,

Sevgili dostlar, Annemin çeyizinden nostaljik parçaları paylaşmak istiyorum sizlerle... 


Annemin mutfak takımının kalan parçaları bunlar... Raf örtülerinden, mutfak tüpü kılıfına kadar pek çok parçası daha vardı çocukluğumuzda. Bunlar az kullanılanlar kalanlar... 


Bu parçalar Tencere örtüsü olarak düşünülmüş. Çiçeksiz olanlar alta, Çiçekli olanlar da tencerenin üstüne.. 


Aslında bu örnekten güzel Amerikan servisi olur diye düşünüyorum. Kalın orlon iple örülmüş. Var mıdır acaba o iplerden hala.. İpçilerde hiç gözüme çarpmıyor. 
  

Bunlar da küçük parçalar... 


Yakından görünüşü de böyle...


Bir de önlüğü var takımımızın. 


Üst kısımdan başlanmış. 


Etek kısmı genişletilerek çalışılmış... 


Bunlar da tutaçlar... 


Yakından görünüşü de böyle.. Bir de dudak peçeteleri vardı ama çıkarmayı unutmuşum. Hani ıslak, kuru, sabunlu olarak misafirlerimize ellerini silmeleri için sunduğumuz...  
  

Hayaller kurularak yapılan çeyizin torunlara kadar kalması ne güzel. Annemi özlediğimde ellerinin değdiği eşyalara dokunmak ayrıca keyifli... Ören ellerin, kocaman yüreğin dert görmesin annem... 

GÜZEL BİR HAFTA GEÇİRMENİZ DİLEĞİYLE.. 

SEVGİLER..

4 Ocak 2014 Cumartesi

ORİANA FALLACİ - DOĞMAMIŞ BİR ÇOCUĞA MEKTUP

MERHABALAR,

2014 Yılı  blog paylaşımlarına Oriana Fallaci'nin "DOĞMAMIŞ BİR ÇOCUĞA MEKTUP" kitabıyla başlamak istiyorum. Biraz depresif bir paylaşım olacak ama kapalı havayla da bir o kadar uyumlu... Kitap yine "KİTAP OKUMAK İSTER MİSİN?"den...

KİTABA BAŞLARKEN;
"Kuşkulanmaktan korkmayana
bıkıp usanmadan ve ölüm tehlikesine

aldırmadan nedenleri arayana
hayat verme ya da bunu geri çevirme
bilmecesini kendi kendine sorana
bu kitap bir kadın tarafından
tüm kadınlara adanmıştır."



ÖZET:
Bekâr bir kadının hamile olduğunu hissetmesiyle başlıyor kitabımız. 
"Bu gece var olduğunu bildim, hiç yokluktan kaçıp kurtulmuş bir dirim damlası. Karanlıkta gözlerim fal taşı gibi açık duruyordum ve aniden karanlıkta bir keskinlik şimşeği çaktı. Evet, vardın. Var olmuştun. Bir tüfekle göğsümden vurulmuş gibi hissettim. Yüreğim durdu." (s.7)

“Anlamaya çalış: Başkalarından korkmak değil bu… Başkalarına aldırmıyorum. Tanrı korkusu değil. Tanrıya inanmıyorum. Acı korkusu değil. Acıdan korkum yok. Senden korkuyorum, seni hiçyokluktan zorla çekip alan gövdeme ekleyen rastlantıdan. Seni çok beklediysem de karşılamaya asla hazır olmadım. Ama kendi kendime hep o kötü soruyu sordum: Ya doğmak hoşuna gitmezse? Ya günün birinde haykırıp suçlarsan beni: “Sana kim dedi beni dünyaya getir diye? Neden dünyaya getirdin beni, neden?””(s.7)

Bu andan itibaren kadının karnında tomurcuklanan dirimi dünyaya getirmeye meraklı değildir. Ona gereksinim de duymaz ancak bir dergide dirimin gelişmesiyle ilgili bir yazıyla birlikte gördüğü anne karnında resmedilen üç haftalık bir oğulcuk fotoğrafını görmesiyle bebeği doğurmaya karar verir. Bebek bu şekliyle gizemli bir çiçeğe ve bir orkideye benzer. Bebeğinin dergideki resimlere bakarak neye benzediğini hayal etmeye çalışır. Bu hayale her geçen gün daha da bağlanır.
“Yaşam öylesine güç bir çaba ki, çocuk. Her gün yeni baştan başlayan bir savaş; mutluluk anları ise kısacık ayraçlar, sonradan bedelleri acıyla, fazlasıyla ödenen...” (s.7-8)

“Seni içimden söküp atmanın daha iyi olmayacağını nereden bileceğim, yeniden sessizliğe dönmek istemediğini nasıl anlayacağım?”(s.8)

“…en mutsuz anlarımda bile, doğmasaydım üzülürdüm gibi geliyor, hiç yokluktan daha kötü hiçbir şey yok. Yeniden söyleyeyim; acıdan korkmuyorum; çünkü insan ölürse, demek ki doğmuş, demek ki hiç yokluktan sıyrılıp çıkmış.” (s.8)

“Acı çekmek hiç yokluktan yeğdir.” (s.9)


Ardından konuşmaya başlar bebeğiyle… Onu doğacağı dünyaya hazırlamaya çalışır. Bebeğin babası hamileliği duyduğunda bebeği aldırmasını ister kadından ve iki aylık süre boyunca da kadını aramaz.
Bebek bu arada altı haftalık olmuştur. Kadın ilk defa bir doktora gider. Kadın bu süreçte, bebeği için gittiği doktordan, “Lutein” aldığı eczaneye, gebe olduğu için bolca bir palto diktirmek için ölçü aldırdığı terziden çalıştığı iş yerine hatta en yakın arkadaşına kadar bebeği aldırmasını ima eden söylemlerle, gizli tenkitlerle karşılaşır. Ama kadın bebeğini doğuracaktır.
 “Kimi zaman engin bir utku duygusu doluyor insanın içine ve bu utkuyla birlikte gelen dinginliğin içinde sana hiçbir şey dokunamaz. Ne çekmek zorunda olduğun fiziksel acı, ne feda etmek zorunda olduğun özgürlüğün...” (s.13)

“Nasıl da cesaret isteyen bir serüven! Hiçbir zaman sıkıcı olmayan bir meydan okuma!” (s.14)

“İnsan, harika bir sözcük; çünkü, kadın-erkek ayrımı yapmıyor,…”(s.14)

Bu arada kadın karnında başlayan sancılarla hamileliğinin yolunda gitmediğini öğrenir doktordan. Rahim içi kasılmaları olduğundan her an düşük tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu süreçte sırt üstü yatması gerekmektedir. Bir süre işinden izin alarak yatar da… Ancak çıkması gereken iş gezisine de bu nedenden dolayı çıkamaz. Bebek o sıralarda iki aylık olmuştur. En yakın arkadaşı, komşusu bakar bu süreçte ona. Dinlenmek iyi gelir ağrıları azalır. 

“Ben yalnızca, doğmuş olmak mucizesinden sonuna dek yararlanmanı, hiçbir zaman korkaklığa boyun eğmemeni isteyeceğim senden.”(s.17/2)

“Her an pusuda bekleyen bir hayvandır korkaklık. Hepimize, her gün saldırır; kendisini paramparça etmesine izin vermeyen insanların sayısı ise azdır.” (s.17/2)

“Korku paçalarından çekse bile tehlikeye atılmaktan kaçmamalısın çocuğum. Çünkü dünyaya gelmek bile zaten başlı başına bir tehlike içeriyor: İlerde, doğmuş olduğuna hayıflanma tehlikesini...” (s.17/2)



Bebek on haftalık olduğunda bebeğin babası elinde çiçeklerle gelir. Ama gelişi uzun süre hareketsiz sırt üstü yatmak zorunda olduğundan sinirleri yıprana kadına sinir krizi geçirtmekten başka bir şeye yaramaz. Krizin ardından gitse de bu defa elinde mavi güllerle geri gelir. Ama kadın onu kovar. Ne bebeğin en de onun ihtiyacı vardır adama…
“Çok tuhaf bir çift oluşturuyoruz, sen ve ben. Sendeki her şey bana bağlı, bendeki her şey de sana. Sen hastalanırsan ben hastalanırım; ben ölürsem sen de ölürsün. ….“Aynı yazgıyı paylaşan iki yabancıyız, aynı gövdede birleşmiş, birbirini tanımayan, birbirine uzak, iki bilinmez varlık.” (s.30,31)

“Kış varsılların mevsimidir. Varlıklıysan eğer soğuk bir oyun olur, çünkü kürk alırsın, evini kaloriferle ısıtırsın ve de kayak yapmaya gidersin. Oysa yoksulsan, korkunç bir beladır soğuk, karın aklığıyla çevreyi kaplayan güzellikten bile nefret etmeyi öğrenirsin.” (s. 55)

Devamı kitabımızda... 


İşe döndüğünde patronu çıkması gereken iş gezisini hatırlatır kadına, yerine gidecek birileri bulunacağı imasıyla. Bebek bu dönemde on dört haftalık olmuştur ve artık dışarıdan da belirginleşmeye başlamıştır. Düşük tehlikesi yeniden bir damla kan ile hatırlatır kendini. Kadın bir süre de hastanede kalır. Doktorun tüm itirazlarına rağmen kadın hastaneden çıkar. İş yolculuğuna çıkacaktır. İşte o gün ilk defa bebeğini hisseder kadın…
“Acı, yaşamın tadı tuzudur, acı çekmeseydik insan olmazdık!” (s.118)
Uçakla yaptığı yolculuk esnasında bir sıkıntı yaşamaz kadın. Gittiği yerde gören kadın hekim de her şeyin yolunda olduğunu onaylar. Kadının içini bir sevinç dalgası kaplar, bebeğe bir beşik kıyafetler ve oynak bir vals çalan bir de müzik kutusu bile alır. 


KİTAPTAN NOTLAR
Öncelikle kitabımız 127 sayfadan ve hamile bir kadının bebeğine yazdığı 32 mektuptan oluşmakta.

Kitapta anlatıcı kadının adı, işi ve diğer karakterlerle ilgili tüm bilgiler bir muğlâklık içermekte. Satır aralarında verilen ipuçlarından bulmaca çözer gibi çözmek gerekmektedir olayları.

Kadının s. 46’da bebeğine seslendiği gibi yıl 1975’tir. Kadın güçlü, kendi ayakları üzerinde duran bir kadındır. 2. Dünya savaşı, fakirlik ve buna benzer pek çok sınavdan geçerek gelmiştir o günlere… Yaşadıkları kadını “dünyanın kötülükleri”ne alıştırmıştır.

Bebeğini doğurmaya karar verişinin ardından başlar bebeğiyle konuşmaya. Her ne kadar kadın bebeğiyle konuşuyor gibi görünse de kadın aslında bir iç hesaplaşma yaşamaktadır ve çelişkilerle doludur. Bir taraftan bebeğine tutkuyla bağlanırken, diğer yandan da yaşamının değişmesinden, özgürlüğünün kısıtlanmasından korkmaktadır. 

Hamile bir kadının bebeğiyle ilgili monologlarını okumak her ne kadar keyifli olsa da yazarın feminist ve Tanrıtanımaz düşüncelerini kitap aracılığı ile söyleme çabası bazı bölümleri sıkıcı kılmaktadır.



Kitabın en can alıcı ve duygusal kısımları bence romanın ilk bölümü, bebeğin varlığını kadının ilk hissettiği an ve kadının bebeğinin öldüğünü öğrendikten sonra bayıldığında gördüğü sanrılar esnasından bebeğin annesi ile konuşma kısımları elbette.

Ancak kadının bebeğini kaybetmemek için dinlendiği günlerde bebeğine anlattığı üç masal da ayrıca çok güzel bence. Tam da büyüklere masallar tadında…

Hamileyken kızıma buna benzer mektuplar yazdığımdan mıdır bilmiyorum, kitaptaki kadının ruh hali beni çok etkiledi. Çoğu bölümde gözyaşlarıma engel olamadım.

Okumayı düşünen tüm kitapseverlere tavsiye edebileceğim, güzel bir kitap.

“Tanrı, tüm kırılmış parçaları yeniden birbirine yapıştıran bir ünlem işareti; bir kişi inanıyorsa eğer, demek ki, çok yorulmuştur ve yaşamını tek başına yönetecek durumda değildir.” (s.118)

“Sen öldün, ben de ölüyorum. Ama hiç önemli değil, çünkü yaşam ölmez…” (s.127)


YEPYENİ PAYLAŞIMLARLA GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE..