MERHABALAR,
En sevdiğim Polisiye - Gerilim yazarı Jean Christophe Grange'nin son kitabını paylaşmak istiyorum sizlerle...
Doğan güneş karardığında,
Geçmiş, çıplak bir kılıç gibi keskinleştiğinde
Japonya artık bir anı değil, kabus olduğunda,
Kaiken'in zamını gemiş demektir
I – KORKMAK
Başkomiser Oliver Passan ve ortağı Philippe Delluc (Fifi), peşine düştükleri “Doğumcu” adı verile katilin peşindedirler. Passan katilin Guillard olduğundan neredeyse emindir. Ancak elinde adamı içeri tıkmaya yetecek kadar delil yoktur. Dava kendine verilmemiş olsa da takıntı halinde adamın peşindedir.
“Karnı göğüs kemiğinden pubise kadar açılmış , bağırsakları yere kadar sarkıyordu. Tam önünde, alevli bir birikinti içinde bir fetüs yanıyordu.” (S.13)
Doğumcu adı verilen katil hamile kadınları hedef seçmekte ve karın göğüs kemiğinden pubise kadar kestiği hamile kadınların bebeklerini göbek bağı hala bağlıyken yakmaktadır. Sahne dehşet vericidir. Bu şekilde işlenmiş dördüncü cinayettir. Ancak olay yerinde ve katilin üzerinde katille eşleştirilebilecek kanıt olmadığından Guillard elini kolunu sallayarak gezmektedir. Passan ve Fifi’nin yaptığı suçüstü de işe yaramaz. Cinayetin işlendiği yer Guillard’ın şirketine aittir, ancak yine yeterince kanıt yoktur. Üstelik bu durum Passan’ın üstleri tarafından uyarılmasına da neden olur. Adam hem zengin hem de nüfuzludur.
“Yasalar suçluları koruyordu, bu pekala bilinen bir şeydi.” (S.43)
Aynı dönemlerde Passan özel hayatında da sıkıntılı bir dönemden geçmektedir. Japon karısı Naoka’dan boşanmak üzeredir. Çift çocukları Shinji ve Hiroki’nin iyiliğini düşünerek çocukları ev düzenini değiştirmeyecek ve birer hafta sırayla çocuklara nezaret edecektir.
“Çünkü aşk diğerinin duygusuyla beslenirdi. Coşku olmadan kalp durur, duygusuzlaşırdı. Tüm paylaşma yetisini kaybederdi. Sonunda da içine kapanarak yalnızlığıyla kendini korumaya çalışırdı.” (S.31)
II – SAVAŞMAK
Passan katilin peşindeyken, kalesi gibi gördüğü evine yapılan saldırılarla da uğraşmak zorunda kalır. Buzdolabına konan cenin pozisyonu verilmiş derisi yüzülmüş siyah perçemli kapuçin maymunu, duş alırken akan ve çocuklarından alındığı tespit edilen kan; açık tehditlerdir. Ancak bunlarla Guillard arasında bir bağlantı kurulamaz. Tüm bunların olduğu zamanlarda Guillard nerede olduğunu kanıtlamaktadır. Dahası o hem gözetleyen hem de koruyan polis memurları da bu duruma şahitlik etmektedir. Dahası Passan’ın evi polis tarafından korunuyorken saldırganın içeri nasıl girdiği de muammadır.
“İğrenilen ve reddedilen bir varlık olarak doğdum. Berbat bir hayat sürdüm, küfür ve hakaretlere maruz kalarak büyüdüm. Bu sefalet benim de İsa gibi yücelmemi sağladı. Kendimi aşmamı ve gelişmemi sağlayan da, çekiğim bu büyük acılar oldu. Ben bütünüm. Ben ateşim ve huzurum. Ölüm ve esenliğim…”(S.)
Çok geçmeden Guillard, Passan’ı da öldürme girişiminde bulunarak kendini yakarak intihar eder. Bu intihar “Anka Kuşu Efsanesi”ne bir göndermedir. Katilin ölümünün ardından Naoka’nın evde kaldığı bir akşam aile yeni bir saldırıya maruz kalır. Herkes uyuduktan sonra köpekleri Diego, öldürülerek cesedi çocukların odasına bırakılır. Olay evi izlemeye devam eden polislerin eve konan kameralardan birinden görüntü alınmadığını fark etmesiyle anlaşılır ve polisler eve giriş yaparlar. Ancak saldırgan kaçar. Kayıtlar incelendiğinde saldırganın kimono giymiş ve Doktor No maskesi takmış bir kadın olduğu anlaşılır. Passan ve ekibi Naoka’dan da şüphelenirler. Çünkü elinde Passan’ın hediye ettiği “Kaiken” vardır. Ancak yapılan incelemelerde Kaiken’in kullanılmamış olduğu anlaşılır.
“Kalplerin uzaklaşması, bedenlerin uzaklaşması ile başlardı.” (S.72)
III - ÖLDÜRMEK
Naoka ve çocuklar hem Oliver’ın hem de Naoka’nın yakın arkadaşı Sandrine Dumas’ın evine yerleşirler. Sandrine’in dolabında bulduğu kimono ve peruklar Naoka’yı çok şaşırtır.
Bugüne dek saldırıların kendinden kaynaklandığını düşünen Passan artık hedefin karısı olduğuna inanmaya başlar. Ancak geriye dönüp baktığında 10 yıldır evli olduğu kadını aslında pek de tanımadığını fark eder.
DAHASI ROMANIMIZDA….
KİTAPTAN NOTLAR
Grange benim en sediğim polisiye gerilim yazarlarından biridir. Koloni hariç tüm kitaplarını okumuş bir Grange-sever olarak değerlendirmeye çalışacağım romanı. Romanımız üç bölümden oluşmakta. 1.Bölüm – Korkmak, 2. Bölüm - Savaşmak, 3. Bölüm ise Öldürmek.
Öncelikle şunu söyleyebilirim ki, Grange’nin Siyah Kan’da da yaptığı gibi kitabın başında Başkomiser Passan’ın peşinde olduğu katilin kimliği belli. Katilin kimliği belli olunca; Passan’ın Katil’e ulaşma süreci, Guillard’ın katile dönüşme süreci ayrıntılı bir biçimde anlatılarak sonuca ulaşılacağını düşünürken; Katilimiz 227. Sayfada kendini yakarak kitaptan çıkıyor. Bu süreçte ilk düşüncem bir şekilde kurtulmuş olması ve cinayetlerine devam edecek olmasıyken; Passan’ın ailesi tehdit edilmeye devam ediliyor ve 2. Bir şüpheli çıkıyor ortaya…
Ben kendi adıma “Doğumcu”nun kitapta erken öldürüldüğünü düşünüyorum. Öncelikle çift cinsiyetli olması, terk edilmiş ve yetiştirme yurtlarında, koruyucu ailelerle büyümüş olması bakımından ilginç bir katil görünümü çizen katilin romandan çıkması romanın yönünü değiştirmekte. Bir de Guillard’ın öldürme ritüeline, kadınları seçme şekline dair pek bilgi verilemekte. Doğumcu’nun katliamları oldukça geri planda kalmakta birlikte Passan’ın katili takibi ön plana çıkmış.
Guillard’ın bıraktığı yazılı itirafın ayrıntılı verilmemesi de kitabın eksiklerinden. Katilin ruh halini daha iyi anlatacak ayrıntılar bu itirafname ile verilebilirdi.
Ardından romana buzdolabına bırakılan derisi yüzülmüş maymun ile farklı bir boyut kazandırılmakta. Ancak burada merak ettiğim bu sayfalarda henüz ölmemiş olan köpeğin, buzdolabına cenin konurken tepki verip vermediği. Bu noktada cenini koyanın köpek tarafından tanındığını düşündüm. Ama yanılmışım. Zaten Diego’nun yaşamı da uzun sürmüyor.
Romanın başından bu yana ara ara sahneye giren Sadrine şüpheleri çekiyor üzerine. Özellikle Naoka’yı dinlerken içinden geçirdikleriyle. O’nun da ömrü çok uzun olmuyor. Ve romanın başlarından itibaren imalarla sezdirilen Naoka’nın geçmişine doğru yolculuğa çıkıyoruz.
Bu kısımda da eleştirmek istediğim nokta Ayumi’yi bu noktaya getiren psikolojik basamakları Ayumi’nin psikiyatristi tarafından hızla anlatılması ile öğreniyoruz. Bence bu kısımlar daha ayrıntılı verilebilirdi. Mesela bebeklerinden ayrılırken Ayumi’nin yaşadıkları…
Tüm okuduklarımızdan sonra bile Naoka’nın geçmişi bence hala kapalı kutu gibi kalıyor.
Sonuca gelecek olursak; Grange kitaplarının büyük çoğunluğuna hakim olan muğlak ya da kötü sona inat bu roman mutlu sonla bitirilmiş. Galiba yazarımız eskisi kadar katı değil kahramanlarını öldürme konusunda. Bir de mutlaka Ayumi ölürken bir mesajı olmalıydı sanki. Kitap tam bitememiş gibi geldi bana.
Gelelim içerik ile ilgili diğer gözüme çarpan noktalara… Fransa ve Japonya tasvirleri yapılırken; bolca mekân isimleri verilince ben kendi adıma gözümde bu mekanları tam canlandıramadığım için kitaptan zaman zaman kopar gibi oldum.
Anka Kuşu Efsanesi daha ayrıntılı verilebilirdi. Yazarın mitlere karşı ilgisi pek çok kitabında yer alırken burada Katil ile mit arasındaki ilişki yeterince kuvvetlendirilememiş. Sanki konu derinleştirilerek 2 farklı kitap yazılabilirmiş.
Son olarak sayfa 217’dek hatayı da yazmadan geçemeyeceğim. Yayınevine duyurulur.
“Sessizlik uzadı. Naoka elini uzattı ama Guillard tutmakta acele etmedi.”
Ben kendi adıma Grange’nin ilk eserlerini daha çok beğenen bir okuyucu olarak Kaiken’i yeterince güzel bulmadım. Ama kitabın sürükleyiciliği de tartışılmaz ki; 1,5 gün gibi kısa bir sürede tamamladım. Bir de 4-5 sayfalık bölümleri okurken bu bölümü de bitireyim derken; kitabın nasıl bittiğini anlamıyorsunuz kesinlikle.
Güzel bir paylaşım olmuş, emeğine sağlık. Ve de pek ayrıntılı. Bol okumalı günler dilerim...
YanıtlaSil